16 Haziran 2009 Salı


Benim vesairelerim, senin ayrıntıların…
Benim boş verdiklerim, senin takıldıkların…
Hiçbir zaman anlamadın, anlamayacaksın.
Unut gitsin…
Ben de zaten sadece senin hayatını gıdıklıyordum
Kalbin de bilsin
Emekli oluyorum.

Şizofren Mektuplar


Sen’i tanımamak o kadar güzeldi ki… Tahmin edemeyeceğim kadar hemde. Sonra sen geldin, anlamsız ve boş bir biçimde hayatıma girdin. Önce hayallerimi yıktın, sonra kendine yaptıklarınla can çekiştin gözümün önünde. Hep olacaklardan habersiz, hesap yapmadan yaşadım Sen’i. Her defasında kelimeler anlamını yitirdi, ben yine Sen’i bulmaya çalıştım haritamda. Ama olmadı… Sen savaşmadın. Hep mektuplar yazdın olmayan sevgililerine, günün birinde lazım olursa bana yollamak için.
O kadar acizleşmiştin ki zaman geçtiğinde, artık benim cümlelerimi benden çalarak, kendi duygularını tanımlamaya çalışır olmuştun. Ben ise “yazık” demekle yetindim. Gerçekten acıdığım için miydi bilmiyorum ama gerçekten “yazık” olduğu kesindi… Kendine, bana, bize, aşka, dostluğa “vs”… Her şeye yazık etmiştin. Olan oldu dedim. Daha ne yapabilirsin ki?
Harika ayrılık detayları kazınmıştı beynime sen gitmeden önce. Hepsi hala aklımda zaten. Geçmiyor ki öyle kolay alışkanlıklar. Benim istediğim zor olanı başarmak.
Yapay hayatında her şey senin eserin sansan da, bendim ilerleyen kalıcı adımlarla. Senin ise bu yolda tutunmaya çalıştığın tek şey parçalanmış bir gururdu. Üzgünüm, yalnızlıklar herkesin kendi sorunu, yaptıklarının sonucu buydu. Tekrarladığın nakaratlar diline değil ayaklarına bağ olmaya başlamıştı artık. Belki de o “içten” yazdığın nakaratlar bile yalanlardı. Sana göre her şeyin bahanesi karşı koyamadığın tutkulardı. Ya da küflenmiş duygularına kefil olan insanlar. Serzenişlerin çok tuhaftı her zaman, çaresiz ama sinsice… Çocuktum belki ben de haklısın. Ama tek isteğim olmayan sevgilin olmaktı sadece. Çok yaraladın, çok yaralandım. Senin kadar değil ama kendi içimde bende yalnızdım.
Bırakmak gerek bittiği yerde. Sürdürmek boş, anlamsız… Benden öncekilere yaptığın gibi, ağlarsın yine, üzülürsün birkaç gün. Ama unutursun. Bende zaten şimdi, yere saçılan kalbimin parçalarını hiçliğinden topluyorum, kalbimi yeniden toparlıyorum. Günün birinde gelecek olana kullanmak için belki de. Ve her şeyden önemlisi olmayan sevgilimden gelen mektupları yakıyorum. Anlayacağın baya bi oluyor seni bitireli beynimde. Gözlüklerimi çıkardım ben çoktan, seni ve en önemlisi dünyayı kalp şeklinde görmüyorum artık. Arada bir anıları okumak için takıyorum onları o kadar. Uzakta kalan duyguları görmüyor da gözüm ondan işime yarıyor…

10 Haziran 2009 Çarşamba

Benimİkizlerim*


Hani herkes farklıdır demişti hayat
Herkes farklıdır ama ruh ikizinden birer parça taşır
Bir şekilde sana yakındır
Ama o parçaları birleştirmek yine sana kalmıştır
Parçaları birleştirmeye uğraştığın anların toplamı ise zamandır
Zamanda seni parçalara böler gün geçtikçe
Bu sefer kendini ararsın
Kendi parçalarını bulmaya toplamaya çalışırsın
Bir başkasında veya başkalarında
Ruh ikizim dediklerini hırsız gibi görmeye başlarsın sonra
Bir bakmışsın ki ikizin değillermiş
Hepsi senin bölünen parçalarını çalmış aslında
Kendi hayatlarına uymayınca da bırakıp gitmişler kolayca
Denememişler senin gibi, uğraşmamışlar
Kendilerine layık görmeyince seni bırakıp gitmişler
Ama niyeyse hep ben sana layık değilim diyerek gitmişler
Hani çok uzak diyarlar var demişti hayat
Orda! Bir sen vardı ya hani uzakta
Tam orda bak işte
Parmağını uzatsan değecek aslında
Sanki bir adım uzağında
Ama kalmamış mecalin
Bölüne bölüne sende yaşlanmışsın
O uzak diyarların umutsuz yılların olmuş zamanla
Çok yaşlanmışsın çok güçsüzsün tükenmişsin
Bir adım bile atamayacak kadar uzaklara

8 Haziran 2009 Pazartesi



Böyle bi koca arıyorum lan!! Varsa bulan getirsin :D

Zamanın Gerisinden Gelmek


Zamanın gerisinden geldim hep
En geride ben dururdum
Hiçbir zaman ne birinci olabildim, ne ikinci, ne de üçüncü…
Hep en sondaydım ben
Ne sana ne onlara, imrenmedim hiç
Konumumdan memnundum galiba
Belki de anne şefkati sonsuz, baba parası tatlıydı
Ondan yerim rahattı.
Gönül çelenler içinde büyüdüm
Karşıma çıkanlara da onlar gibi davrandım
Her biri teker teker gitse bile umurumda olmazdı.
Nasıl olsa dostlarım vardı, onlar bana hep aşıktı!
Geçmek bilmeyen yıllar sonunda fark ettim
Aslında; her yaşadığım anı,
Beni üzen her insanı takmıyormuş gibi yapmışım
Ama hep unutmaya çalışmışım
Unutmak sadece yeniden hatırlamaya yarıyor artık benim için
Biraz da hafızamın yükünü azaltıyor o kadar…
Şimdi unutulamayanlardan kalanlar sadece
Sen ve o, siz ve onlar
Ya da eski ben ve vesaire…

7 Haziran 2009 Pazar

Kapıyı sıkı kapatın lütfen..


Ben küçükken hep görünmez adam olup, pasta yemeyi isterdim. Büyüdüm “Hayal gücüm ne kadar kıtmış” dedim. Biraz daha büyüdüm, kendi kendimi rezil etmek yerine, geçmiş isteklerime güldüm. Günler geçti kendimi bulduğumu, “gerçekliklerin” verdiği acıları atlattığımı sandım.
Ben küçükken hayali arkadaşlarım vardı. Büyüdüm, yerini gerçekleri aldı. Biraz daha büyüdüm, arkadaşlığın adını dostluk aldı. Ama sadece “adını” aldı, yerini değil… Bir gün geçmişe dönmek, hayali arkadaşlarımı çocukluğumdan alıp geri getirmek istedim. Olmadı… Gerçekleri uğruna çok boşlamıştım onları. Günler geçti, daha da çok özledim. “Gerçek” arkadaşlarımı gördükçe…
Ve ben bütün bu sanrılarımla büyüdüm. Artık küçük değildim. Toz pembe bulutların üzerinden indim. Siyah-beyaz renklere bulandım. Onlarla özdeşleştim. Parasız yatılı aşklarım oldu, bazen de cebimden çıkardığım birkaç kuruşla örtmeye çalıştığım sevgi kırıntılarım… Annemin verdiği öğütleri sonradan hatırlatacak hatalarım, babamdan kalma kol saatinden sayacağım boş zamanlarım…
Ben büyüdüğüne pişman olarak büyüyen bir çocuktum. Toz pembe bulutlar üzerinden indiğini sanıp, aslında aşağı düşen… Yaşam mücadelesi vermeye başladığı anda, aslında dibe vuran… Sadakat dolu aşklarında aldatılan… Hayali arkadaşlarının gerçekleştiğini sandığı bencil dostları olan…
Neyse, gidiyor musunuz?
Hadi güle güle
Kapıyı sıkı kapatın,
Sizden üşüdüm.

BenimGökkuşağımSadeceMaviVeYeşildi


Söyledikleriyle yaptıkları bir değildi onun, asla da olmadı zaten. Belki o da yoktu. Benim kalbimi emanet ettiğim sadece bir şizofreni vakasıydı. Emin değilim. O her nasıl bir şeyse “içime girdiğinden” beri dünyamı rengârenk boyamıştı. Yıllarca beklediğim, bulamadan kaybettiğim bir aşktı ondaki… O kadar güzeldi ki. Sade mavi-yeşilleri aslında evrenin tüm renkleriydi, bir insanın duyabileceği, gösterebileceği sevgiden çok daha öte bir şeydi. Onlara bakmama izin verdi. Ama ben bakamadım zarar veririm korkusuyla. Gözümün ucuyla baktım sadece onun gözlerine. O içinde boğulduğum mavi-yeşillere…
O’na aittim ben. Her karem, her soluğum, her dakikam onundu. Kalbimin ritimleri bile onun ses tonuyla hareket ederdi. Anlamıştım artık; bulamadan kaybettiğimi düşündüğüm “Aşk” aslında hep yanı başımdaymış, hep bana sarılıp uyurmuş da benim haberim yokmuş.
Günler geçti… Zaman bizi yormaya başladı. O hep çok hızlı geçmesini isterdi her anımızın. Ben ise bir kenara atardım onun boşladığı zamanları. İhtiyacımız olduğunda kullanalım diye. Sabırsızdı, ben ise onun sabırsızlığının gösterdiği hoyratlıkla acele etmeye çalışan, âşık bir ruh ikiziydim.
Günler bir anda daha çabuk geçer oldu. Sonra bir gün öyle bir an geldi ki, o hep durmadan akmasını istediği zamana ihtiyacı oldu. İki kişi paylaştığımız sahnenin perdesi kapandı. Açılması için çok uğraştı. Anladı ki bu işi sadece zaman başarırdı. Biriktirdiğim anları kullanmak için bana geldiğinde çok geçti. Kumbaram çoktan kırılmıştı.
Dokunduğu anda yerine sığmayan kalbim uyuyordu şimdi. İkimizin sırları en derinlerimizde gömülüyken, kendini gammazlamaya başlamıştı. “Melek“ ilan ettiği Ben’i farklı kimliklere sığdırmaya çalıştı. O hiç kabul etmedi… Ama aslında her şey çok değişmişti. Kendi duygularını başka bir bedende bulmaya alışamamıştı belki de. Gerçekleştirmeye çalıştığı düşlerine koyabileceği başka bir kişi bulamamıştı ben gidince. Her defasında dokundurunca, bütün kalp kırıklıklarımı birleştireceğini sandığı sihirli değnekleri kırılır olmuştu. Sevdiğini söylerken kullandığı “sen-i” artık bir gizli özneydi. Ve O yine yalnızlıklara bahane üretmeyi seçti… Fark edemedi… Melek değildim artık, güzel değildim, o’na ait değildim…
Bana hep anlamını sorduğu, Aşk’ın açıklaması aslında sadece; mutlu olma çabasında yok olan bir çocuktu. Olmayacak istekleri olan, arsız, inatçı, şımarık ama aynı zamanda mükemmelliğiyle çelişen bir çocuk… Geri dön derken şimdi, hiç düşünür mü bilmiyorum. O çocuğu geri almak için yapacağım hangi dönüş anlatırdı bitirdiği düşleri?
Yok yere ev sahipliği yaptık birbirimizin bunalımlarına. Bir gece o benim yatağımdaydı, ertesi gece de ben onun… Omzundaki her küçük melek bana dokunmak için elini uzatırdı. Ama diğer omzunda gizlediği şeytan melekleri hep düşürürdü. Belki de bu yüzden sevmek için sarf ettiği sözleri tokat gibi çarpardı. En kötüsü de; konu fakiri bir köşe aşkıydı bizimkisi. O fakirliği sevgimizle doyurmaya çalıştık ama ne kadar yıpranmışsa artık, almadı midesi.
Ya varlığıyla eş değerdim, ya da yokluğuyla. Kendim bile hangisi olduğumu seçemiyordum şimdi. Sayfalarca yazılan satırlarla birlikte adam ettiğimiz hisleri, eğitilmiş birkaç yalancıya satıp gitmişti. Hep inkâr etti ama bana kal demedi, benim o’na “git” dediğimi düşünerek beni gönderdi. Yokluğumdan kalan tek mirasım da bir kutuyla, tek kullanımlık aşklardı.
Beni bıraktığı yokluğunda boğulurum sansa da, tutunup yamalı hayallerime çok iyi yüzerdim yalnızlığında. Zaman değil, geç açtığı her sayfa yormuştu o’nu aslında. Ama o yine bilemedi… Zaman sırtında aşkımızı taşırdı. Bizim kadar güçlü değildi, ondan böyle yavaştı…